352
okyanus
siz hiç bir okyanusu alnından öptünüz mü ?
ben öptüm.
üzerinde umarsızca yürür gibi cam kırıklarının,
hep olumsuz yanını düşünerek gün batımının,
en derinlerinde yüzdüm okyanusumun.
daldıkça tanıdım içindekileri.
ortasında inci saklayan
kapalı kutu bir istiridyeyi,
beni sarıp sarmalayan yosunu,
ya da her damarında ayrı can taşıyan mercan resifini.
derinlerine daldıkça tanıdım okyanusumun
bana olan aitliğini.
yosun kadar kucaklayıcı
istiridye kadar gizemli,
içindeki inci kadar değerliydi.
okyanusum sevmiş gibiydi
derinlerindeki bu yabancıyı.
günden güne daha iyi tanıyorduk birbirimizi.
o benim yıpratıcı kulaçlarıma
alışkın gibiydi
bense onun gözlerimi yakan tuzlu suyuna.
yüzeyinden ayrı, derininden ayrı,
balığından ayrı, yosunundan ayrı tat alıyordum.
tüm varlığıyla kucaklamıştı beni.
ne kadar kaybolursan kaybol içinde,
seni asla boğmayan bir su deryası,
bir insan bundan başka ne isterdi ?
arayıştaki kalbim başka ne beklerdi ki ?
düşünüyorum da,
balığı için mi, suyu için mi,
incisi mi yoksa yosunu için mi ?
hangisi için sevmiştim devasa denizimi ?
sonunda bir kanıya vardım :
ne o, ne o, ne o, ne o...
balığıyla, suyuyla,
incisiyle, yosunuyla,
benim okyanusum olduğu için sevmiştim kendisini.
bir gün geldi,
uzaklaştırdılar.
ben ve okyanusumu.
zorla çıkarıldım içinden.
aslında çok da zoruma gitmemişti bu.
kıyısından, uzak da olsa
hayran hayran izlemeye devam ettim.
içine dalıp eski güzellikleri tadamasam da,
en azından acımı böyle sineye çektim.
şimdilerde görüşüm de kısıtlı
ama içim, hala bir okyanus kıyısı.
elbet yine gelecek o günler,
dinecektir bu kalbimin sancısı.
bir gün gelecek,
ve ben yine dalacağım onun sularına.
aşık olarak bekleyeceğim büyük günü,
suyuna, incisine, yosununa, balığına...
siz hiç bir okyanusu alnından öptünüz mü ?
ben öptüm.
siz hiç bir okyanusu alnından öptünüz mü ?
ben öptüm.
üzerinde umarsızca yürür gibi cam kırıklarının,
hep olumsuz yanını düşünerek gün batımının,
en derinlerinde yüzdüm okyanusumun.
daldıkça tanıdım içindekileri.
ortasında inci saklayan
kapalı kutu bir istiridyeyi,
beni sarıp sarmalayan yosunu,
ya da her damarında ayrı can taşıyan mercan resifini.
derinlerine daldıkça tanıdım okyanusumun
bana olan aitliğini.
yosun kadar kucaklayıcı
istiridye kadar gizemli,
içindeki inci kadar değerliydi.
okyanusum sevmiş gibiydi
derinlerindeki bu yabancıyı.
günden güne daha iyi tanıyorduk birbirimizi.
o benim yıpratıcı kulaçlarıma
alışkın gibiydi
bense onun gözlerimi yakan tuzlu suyuna.
yüzeyinden ayrı, derininden ayrı,
balığından ayrı, yosunundan ayrı tat alıyordum.
tüm varlığıyla kucaklamıştı beni.
ne kadar kaybolursan kaybol içinde,
seni asla boğmayan bir su deryası,
bir insan bundan başka ne isterdi ?
arayıştaki kalbim başka ne beklerdi ki ?
düşünüyorum da,
balığı için mi, suyu için mi,
incisi mi yoksa yosunu için mi ?
hangisi için sevmiştim devasa denizimi ?
sonunda bir kanıya vardım :
ne o, ne o, ne o, ne o...
balığıyla, suyuyla,
incisiyle, yosunuyla,
benim okyanusum olduğu için sevmiştim kendisini.
bir gün geldi,
uzaklaştırdılar.
ben ve okyanusumu.
zorla çıkarıldım içinden.
aslında çok da zoruma gitmemişti bu.
kıyısından, uzak da olsa
hayran hayran izlemeye devam ettim.
içine dalıp eski güzellikleri tadamasam da,
en azından acımı böyle sineye çektim.
şimdilerde görüşüm de kısıtlı
ama içim, hala bir okyanus kıyısı.
elbet yine gelecek o günler,
dinecektir bu kalbimin sancısı.
bir gün gelecek,
ve ben yine dalacağım onun sularına.
aşık olarak bekleyeceğim büyük günü,
suyuna, incisine, yosununa, balığına...
siz hiç bir okyanusu alnından öptünüz mü ?
ben öptüm.