• 180
    insanın ölümle karşılaşınca hissettiği ilk şey ne biliyor musunuz? üzüntü değil, korku değil, öfke değil. çaresizlik. ilk olarak çaresizliği tadarsınız. elinizden hiçbir şey gelmeyeceğini, ne yaparsanız yapın geri dönmeyeceğini hissedersiniz. hiçbir çaresizlik ölüm kadar kesin değil, ölüm kadar gerçek değildir. bu hissi bir kere yaşadığınızda elinizdeki her şeye sımsıkı tutunmak istersiniz. geride kalanlara, seninle kalanlara. işin kötü tarafı imkansızı başarmak istersiniz. o çaresizlik hissinden kurtulmak, ölüm dışındaki her şeyin çaresinin sizde olduğu hissine kapılırsınız. yanlıştır, ne ölüm ne de geride kalan şeylerin çaresi sen değilsindir. kendini bu kadar büyük görmekse kendini beğenmişlikten başka hiçbir şey değildir. farkına bile varmazsın, farkına bile varmaz kimse. fakat sen farklı bir insan olmuşsundur. içinde bulunmaktan acı duyduğun bu dünyada, bir şeyler değiştirmek istediğine inanırsın ama hayat tek kişilik değildir. kendi hatalarına değil, başkalarının hatalarına üzüldüğün, kendi yanlışlarına değil başkalarının yanlışlarına kırıldığın bu dünyada asılında sadece önemli olanın sen olduğuna inanırsın. inanırsın, inanırsın, olmaz kendini inandırmak için bu yazıyı yazarsın.
  • 251
    "ömrüm boyunca hep bir geç kalmışlık hissi yaşadım. kim bilir belki futbola bu kadar sevdalandığımdan otuzumdan sonra her şeyin bir anda değişeceğini, futbolda olduğu gibi otuzumdan sonra bir çeşit veteran olacağımı düşündüm.

    şu sıralar hayatımın öyle kötü bir evresindeyim ki elimden geleni yapmama rağmen iyileşemiyorum. yaşlandığımı hissediyorum, sigaranın nefesimi daralttığını, ufak tefek şeylerin bile kalbimde onarılmaz yaralar açtığını hissediyorum artık. sırtıma meteor düşse ne oldu ya diyip yoluma devam edecek kadar güçlü hissederken, ufacık bir sarsıntıda yerle bir olduğuma şahit oldum. kendime ait her şeyin değiştiğini kabullenebilsem de çevremde olanların ışık hızlıyla değişmesine adapte olamıyorum belki, bilmiyorum… 20’lerin başında olsam bütün bunlarla baş etmem daha kolay olurdu ama cem kısmet’in dediği gibi “olsun demek de zor artık, çocuk düşlerimiz yok artık.”
    her şeyin yoluna girdiğini düşündüğüm, sanırım bu sefer oluyor dediğim çok güzel bir kaç sene geçirdim, işimi belirli bir düzene soktum, ofisimi büyüttüm, şehirler arası otobüslerde, lise yurtlarında geçmiş ilk gençliğimi ardımda bırakıp çok daha iyi yaşam şartlarına sahip oldum bütün bunlardan da öte çok uzun zaman önce henüz ailesinden uzakta bir çocukken sevdiğim kadınla yıllar sonra bir araya geldim. ikimiz de 16’sında bir ergen değil 30’larına yaklaşmış iki yetişkindik hem de… belki yeni birine her şeyi baştan anlatacak gücüm yokken gelişinden, belki otuzumdan sonra bir veteran olacağım ve benim için her şeyin son bulacağı korkusundan, belki de artık belirli bir tecrübeye sahip olan iki insanın sevginin kıymetini bileceğine olan güvenimden bilmiyorum öyle çok istedim ki birlikte güzel bir hayat sürmeyi, ilk kez bunun olmayacağı ihtimalini düşünmeden aklımı bir köşeye koyup sevdim çünkü çok eskiydi benim hayatımda 13-14 yaşımda, masa kadar boyumla, bir tek tel sakalım yokken tanımıştı beni. ben de onu yine küçük bir kızken tanımıştım. ta başından, ikili ilişkilerde olan o aptal dengeyi gözetmeksizin, hissettiğim hiçbir şeyi saklamazsam yine o yaşlarda birbirini koşulsuz seven iki çocuk gibi severiz diye düşündüm, sevdik de. üç yıl insan ömründe bir şey değil ama dolu dolu yaşadık, ülkenin nerdeyse her yerindeydik. severek gittiğim her yere gittik birlikte, biz tanışmadan önce, binlerce kilometre ötede okuduğum ilkokuldan, onun babasını kaybettiği eve kadar her yerde birlikteydik. bir yıl oldu neredeyse görüşmeyeli, muhtemelen birbirimiz hakkında son bir yılda olan hiçbir şey bilmiyoruz ama ben utanarak söylüyorum, rüzgarda pencereden dışarı süzülen perdeleri görünce bile flashback oluyorum."

    diye depolamışım bu girdiyi ocak ayında, yedi ay daha geçmiş üzerinden kimseyi hayatıma almadım, kimseye dokunamadım. ne kadar zor zamanlar geçirmiş olursam olayım şimdilerde "belki mutsuzum ama keyfim yerinde." daha güçlü hissediyorum ve biliyorum ki hayatta "güçlü olmaktan daha iyi bir şey varsa o da kendini güçlü hissetmektir." benim lanetim bu sanırım unutmak konusunda pek mahir değilim. emrah serbes'in dediği gibi "6 yaşında bir yaprağa dokundum ve dedim ki sevgili yaprak seni hiç unutmayacağım." benim hayatım da unutamayacağım ayrılıklarla geçti. umrunuzda değil ve çok haklısınız ama bütün bunlara yıllar sonra dönüp baktığımda cemil meriç'in dediği gibi gerçekten "acılar hatıralaşınca güzelleşir" mi görmek istiyorum. neyse kafam güzel olunca böyle alıntı yapıp duruyorum öyle edebi şeyler üretecek şekilde çalışmıyor kafam... son bir alıntıyla gidiyorum nazım'dan. her şeye rağmen "fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime, toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum." ve oturdum cümbüş çalıyorum hadi siz de gelsenize.
  • 250
    pazartesi sabahı 8:45'te buraya düşülür mü? düşülür.

    bize hep hayal etmek ve hayallerimiz için mücadele etmek öğretildi. öyle yaptık. mücadele ettik, başardık. defalarca başardık. ancak bazen öyle bir şey oluyor ki, bazı hayaller rüyalaşıyor sanki. bana göre değil. ben büyük hayaller kurmayı ve onlar için mücadele etmeyi severim. asla imkansız olduğunu düşünmem ancak iş başkalarında bitiyorsa hayallerinizi çalabiliyorlar. bu durumda direnç göstermeye ve hayaller için çalışmaya devam etmek mi yoksa ben de insanım deyip pes etmek mi, bilemiyorum... çok yara aldım. kolum, kanadım kırıldı. çok yorgunum. artık bırakmak istiyorum...
  • 284
    buraya gelip yazan arkadaslar sakin yazmayi birakmasinlar. insan bazen yazdikça, bazen anlattikça rahatlar. hepimizin derdini anlatabilecegi bir sirdasi yok maalesef. yasadigimiz 21. yüzyilda psikolojik rahatsizliklar sebebi ile bir çok insan depresyona girip o girdabin içinde toplumdan siliniyorlar. bazilari ise çikis yolu olarak intihari seçiyor.

    isim geregi 15-25 yas arasi genç ve genç yetiskinler ile hasirnesir oluyorum. bu insanlara hayatlarindaki bu önemli dönemeçte saglikli kararlar alabilmeleri için yardimci oluyorum. mentör deyin, koç deyin, danisman deyin, ne derseniz deyin. yerine göre bazen abi, bazen baba, bazen bir ögretmen bir otorite sahibi kise oluyorum.

    insan anlattikça, anlatabildikçe rahatlar. hepimizin dönem dönem içini dökmeye ihtiyaci var.

    sizde anlatin. anlatabilecek birilerininiz yoksa, gelin buraya yazin. sakin ola içinize atmayin.

    bu arada simdiden söyleyeylim. sakin basit kiz meseleleri için gelip burayi mesgul etmeyin. bu gibi durumlar için derdini silkeyim butonu var. oraya basin. ekranda biri çikiyo ve kürekle agziniza vuruyo.

    saka bir yana, allah baska dert vermesin dostlar. tek derdiniz kari, kiz meseleleri olsun. bu dünyada herseyin bir çaresi vardir. yeter ki arayin.
  • 43
    amk yerinde ne mesaj atacak bir sevgilimiz var ne de derdimizi paylaşacağımız bir dost.(u: burada mor ve ötesinden "bir derdim var" çalıyor)* çünkü ben dertlenemem, buna hakkım yok. etrafta dertlenen olursa onun yardımına koşarım, çözüm ararım. bu hiç şaşmadı. neyse ne diyorduk? peki biz ne yapıyoruz? ne yapıcaz amk "içiyoruz gündüz gece." hah o zaman ben bu duvara gelirim arkadaş. hani hiç birşey yoksa galatasarayım var be. mayhoşluk yaşayan tüm "cimbom bom" diye haykıranlara selam olsun. afiyet olsun.

    sen şampiyon olacaksın!!!

    https://www.youtube.com/watch?v=mLCWf0Lkz-c
    https://www.youtube.com/watch?v=spDJoeItIMk
    https://www.youtube.com/watch?v=GhvDv-B9PMs
  • 178
    hepimiz kendimize ulvi değerler biçiyoruz, aslen sahip olmadığımız..

    önemsediğimiz şeyler bir başkasının dönüp bakmaya yeltenmeyeceği kadar boş, sığ ve manasız yada bizim kaybettiğimizde ertesi gün aklımıza dahi düşmeyecek olanlar bir başkasının hazinesi.

    kant der ki "öyle bir eylemde bulunmalısın ki eylemlerin bütün zamanlar ve mekanlar için geçerli olsun." yaptıklarıma bakıyorum bazen, sorguluyorum eylemlerimi gece 3-4 gibi. iyi bir insan olduğuma karar veriyorum.

    sabah kalktığımda kendime aynı şeyi tekrar soruyorum, sonra dilimin ucuna geliyor; ne kadar kötü olabilirdin ki iyi oldun.

    mesela benden hoşlandığını söyleyen kadınlar oldu, bir şey hissetmediğim kimseye aşık taklidi yapmadım fiziksel tatmin için. sadece kibar bir dille reddettim. bu mudur beni iyi yapan.

    bazen geceleri mama alıp sokak hayvanlarını beslemeye çıkıyorum. rahatsız gördüğüm varsa arabaya alıp götürmeye çalışıyorum. bu mudur beni iyi yapan.

    üst komşumla ne zaman dışarıdan bir şeyler alıp evine gelirken denk gelsem poşetlerini zorla alıp ben taşırım. bu mudur beni iyi yapan.

    ben "iyi" olanı yapmıyorum. ben kendimi "iyi" hissettirecek olanı yapıyorum. aslen çıkarcı, basiretsiz ve bencilim. iyi olan nedir. iyiliğin tanımı nedir en ufak bir fikrim yok. ama insan istemsiz şekilde aldığı nefesi dahi kendi çıkarı için yapıyorken bilinçli eylemlerinin içgüdüsel olarak kendi menfaatlerini korumaması gibi bir ihtimal kalmıyor. mesela iyilik denilen şey içinde bulunduğun dönemin şartlarına ve toplumsal normlara göre öğrenilen bir şey. ama zalimlik zaman ve mekandan bağımsız olarak insanın her zaman için kendi kendine öğrendiği bir şeydir.

    duygusuz sevişmek bana kendimi iyi hissettirseydi eğer reddettiğim kadınların tamamıyla sevişirdim. hayvanlarla vakit geçirmek beni bu dünyadan bi süreliğine olsa da uzaklaştırmasaydı hiçbirinin yüzüne bakmazdım. yalan söylemek bana iyi hissettirseydi eminim yalancı olurdum.

    çalışma masamın ilk çekmecesi bitirdiğim anti depresan kutularıyla dolu ağzına kadar. tam olarak iyi hissedebildiğim bir vakit açıp bakayım ve iyi hissetmek için gerekli hormanların salgılanmasına vesile olan farmasötik kimyagerlere şükranlarımı sunayım ümidiyle sakladım hep. ama bir türlü sunamadım. murat menteşin de dediği gibi acı gerçekler bazen dandiktir.

    kendi içimde ne için kiminle savaştığımı bilmiyorum. ama her zaman aklımın bir köşesinde olmaktan korktuğum kişi olmanın korkusu olduğunu biliyorum. nietzsche'nin dediği gibi ;
    "canavarlarla savaşan kişi dikkat etmelidir, ki kendi bir canavara dönüşmesin. sen dipsiz bir kuyuya uzun uzun baktığında, dipsiz kuyu da sana bakar."

    birde benim dediğim gibi ; ne kadar kötü olabilirdin ki iyi oldun ?
  • 263
    kadıköy barlar sokağında (sokaklarından birinde) oturuyorum. bugün toplamda yüz küsür interli evimin altındaki publarda içip marş söylediler. insanlara bira ısmarladılar, bağırdılar sarıldılar. bir tık zoruma gitti, bir tık da kıskandım sözlük. zoruma gitti çünkü ben eğlenmeye para harcamak için 10 kere düşünmek zorundayım, eğlenmek normal bir avrupalı için bu kadar kolayken benim için planlara ve şartlara bağlı. zoruma gitti çünkü bize herhangi bir mutluluğu bile çok gördüler. ve kıskandım çünkü finaldeki o takım galatasaray değil.

    sözüm söz, galatasaray finale çıksın, cebimdeki son 5 kuruş da olsa, final papua yeni gine'de de olsa kalkıp gideceğim. o şehre de hayatlarında görmedikleri eğlenceyi yaşatanlardan birisi olacağım. ve büyük olasılıkla da yakında bu ülkeden göçeceğim.
  • 304
    (bkz: cim bom bom'um sen çok yaşa canım feda olsun sana)

    bourbon fıçılarında yıllandırılmış, %12 alkol içeren bira * içince insan ister istemez bi' melankolikleşiyor sözlük…

    hadi bana iyi geceler, sizlere günaydın.

    bugün günlerden galatasaray ve sahaya yegane amacımız için çıkacağız. vurduğumuz gol, yediğimiz ofsayt olsun.

    (bkz: türk olmayan takımları yenmek)
  • 108
    sevdiğini gerçekten mutluyken izlemek güzel şeymiş be sözlük.

    dünyada 29 seneyi doldurmama ramak kaldı sayılır. ergenliğe giriş sayılan 2002 yazındaki o andan bu yana 16 sene falan oldu işte... o günden bu yana dönem dönem "damga vuran" kadınları*(!) şöyle bir gözden geçiriyorum da, hangisiyle ne yaşayabildin diye. şimdi sen 7 misin 8 misin, yoksa daha önceden mi numarayı almıştın ya da arada numarası dahi silinmesi gerekenler var mı o bile belli değil...

    bütün bunca yıl, o kadar insan, elde avuçta kalan sadece yaşanamamışlıklardan ibaret bir hayal dünyası. belki ender gelişen ossasuna atakları misali birkaç saçma sapan anektod... hayatımın yarısından çoğunu böyle saçma sapan şeylere üzülerek, dertlenerek falan geçirmişim. tedavi sonrası son birkaç yıldır istesem de takamayacak hale gelsem de refleksif olarak gelişen melankoli haline karşı modern tıp bile çare bulamadı.

    yıllar önce, hatta zaman vereyim mustafa keçeli'nin golü sonrası ali sami yen bayram yerine dönmeden 2 ay falan önce * bir dershane köşesinde artık yanındaki ne anlatıyorsa yüzünde kocaman bir pırıltıyla görmüştüm bu bahsi geçen 7,8 yada kaç ise işte onlardan birini. bu da ikincisi oldu... üstelik aynı anda aynı şeye sevinirken oldu... o gün merdivenlerden çıkmaya çalışırken ayağım kayıp geri düşmüştüm, bu sefer yine merdivenimsi birşeyin üzerinde olduğum yerde mutluluktan uçalım biz oldum...

    en azından bu seferki acısız bol ortak paydalı bişey oldu. bizim kaderimiz de böyle uzaktan bakmak sanırım...

    anlatacak o kadar çok hikayem var ki gaassaray!
    anam avradım olsun hiç bilemeyeceksin!

    önemli uyarı: bu hikayede bahsi geçen, tasvir edilen, sembolize edilen* kişi kurum ve hikayelerin gerçekle alakası ola da bilir olamaya da bilir...
App Store'dan indirin Google Play'den alın