3797
herhalde yıllar sonra bile çok büyük sevgi duymaya devam edeceğimiz ender yakın dönem futbolcularından biri poldi. zaten bayern münih ve köln dönemlerinden beri galatasaray'la adı sıkça anılıyordu sadece daha geç bir zamanda oldu kavuşmamız. insan olarak, karakter olarak bizim takımımıza çok yakıştığını düşünüyorum ancak oyun anlamında bilhassa son senesinde takımımıza sorun çıkarttı. daha doğrusu teknik heyetlerimizdeki yetersizler bu sorunları doğurdu.
bir defa podolski kariyerinin hiçbir döneminde basan, ısıran tipte bir oyuncu olmadı adamın tarzı bu ve herhalde kariyerindeki bunca yılın ardından bizde değişmesini de bekleyemezdik. oyuncuyu beğenip transfer etmişsen bunu da göze alman gerekirdi. belli ki alınmamış çünkü hamzaoğlu o dönem çok yumuşak ve az koşan bir takım oluşturmuştu. bir teknik direktör ilk on birinde podolski'yi düşünüyorsa aynı ilk on birde selçuk ve bilal kısa'yı düşenmemeliydi, top tutamayan umut bulut'u düşünmemeliydi. sonuç olarak az koşmaktan doğan zaaflar bir gün patlak verdi zaten takım da bir anda lige havlu attı.
podolski'li bir takımın topu ayağında tutup rakibi yorması, bununla beraber de az top kaybedip savunma koşularını azaltması gerekirdi. bizim takımımızsa podolski geldiğinde hem topu tutamayan hem de sık top kaybeden bir takımdı. ilerideki umut bulut birçok topun gerisin geri dönmesine neden oluyor ve hücumcuları ekstra yoruyordu ancak dönemin teknik heyetleri umut'un takıma verdiği bu ekstra yorgunluğu görmeyip kendisi çok koştuğu için oynatmaya devam ettiler. doğal olarak da podolski bu tempoya dayanamadı. dayanamamasına rağmen de performansına devam etti.
ilk senesinde yanlış plan-programa kurban gitti ki yine kamyonla da gol attığı bir seneydi bu. ikincisi senesinde de yine aynı sorunlar devam edip takımın direnci arttırılacağına riekerink'in yumuşak yaz kampı nedeniyle fizik kapasitesi yüksek olanların da kondisyonu düşünce podolski hepten göze batmaya başladı. hagi'nin ''galatasaray kötü ben hep burada, galatasaray iyi ben yok'' sözü gibi top ne zaman rakip ceza sahasında podolski var, top ne zaman ceza sahasının dışında podolski yok gibi bir durum oluştu.
bunda da poldi'nin suçu yok. poldi'nin oynadığı takıma selçuk inan'ı, umut bulut'u, bilal kısa'yı, jpk'yi, de jong'u koyanlar utanmalı. nerede çelimsiz, mıy mıy oynayan orta saha varsa getirdiler takıma ön libero diye koydular, ne kadar top tutamayan fovet varsa getirdiler -burak, umut- ilk on birin değişilmezi yaptılar. sonra podolski de göze battı. batar tabi, sen bunca yıllık podolski'nin oyun tarzını bile bilmeden transfer ediyorsun üstüne rezilce bir sezon planı yapıyorsun bir de utanmadan podolski'ye çok koş diyorsun.
podolski zaten bu teknik, güç ve bitiriciliğinin yanında çok da koşsaydı herhalde dünyanın en iyi 2-3 futbolcusundan biriydi şimdiye. adamın bayern münih'ten, arsenal'den ve inter'den gönderilme nedeni zaten çok koşamaması. büyük takımlar koşmayan futbolcuyla uğraşmaz vakit kaybetmez ama sen galatasaray olarak podolski gibi bir nimeti bulmuşsun ama adamı tanımadan getirmişsin. en iyi yanlarını en zayıf yanlarını bilmeden sırf ismi var diye almışsın. kendisine o kadar para vermeyi akıl etmişsin ancak yanına da adamakıllı bir orta saha koymayı düşünememişsin. beşiktaş 2015-2016 sezonunda mario gomez'le resmen uçtu. mario gomez'in podolski'den ne fazlası var? ben söyleyeyim, yok. üstüne epey de bbir eksisi var. mario gomez'in beşiktaş'ta tanrı olup podolski'nin galatasaray'da eleştirilmesinin ne nedeni yanlış kadro planlamasıdır. oğuzhan-necip- atiba- veli- olcay gibi ciğersizlerle kariyer sezonu yaşayan bir mario gomez örneği dururken biz podolski'nin yanına sneijder- selçuk- de jong gibi içi geçmiş, ağır, az koşan futbolcuları koyduk ve aldığımız neticeler de belli zaten.
koşunun yanında daha da önemli bir konu var belki de.
sneijder epeyce bir süredir forvet arkası oynuyor ve hepimizin de bildiği gibi sola çok daha yakın oynuyor. bu yetmezmiş gibi podolski de forvete konulduğunda sol çarpraza yakın oynayınca tüm saha parselizasyonu darmadağın oluyor. ve bu konu hafife alınacak konu değildir. büyük teknik direktörlerin asıl fark yarattıkları mevzu günümüzde alan parselizasyonudur. conte, allegri ve guardiola bilhassa bu konuda çok kafa yoran adamlardır mesela. bugün baktığınız zaman conte italya'sının sadece parselizasyonla bile ne kadar çağ atladığını gördük. veya yine mourinho chelsea'si, simeone atletico madrid'inin parselizasyonda ne kadar üst düzey olduklarını, elde ettikleri başarıların önemli bir kısmını buna borçlu olduklarını da biliyoruz. dolayısıyla bu konular nedeniyle podolski maalesef katkısından çok eksi yazdıran bir futbolcu oldu galatasaray için. ve yazının çoğu yerinde söylediğim gibi bu olumsuzlukta onun en küçük bir payı bile yok. tamamiyle teknik ve idari kadroların plansızlığı-yetersizliği.
teknik direktörlüğü düşünmüyor zannedersem podolski ama günün birinde elbet tekrar buluşacağımıza inanıyorum. duygusal bir veda oldu hepimiz için. takımımda olmasından gurur duyduğum isimlerden biriydi, yolu her daim açık olur umarım.
bir defa podolski kariyerinin hiçbir döneminde basan, ısıran tipte bir oyuncu olmadı adamın tarzı bu ve herhalde kariyerindeki bunca yılın ardından bizde değişmesini de bekleyemezdik. oyuncuyu beğenip transfer etmişsen bunu da göze alman gerekirdi. belli ki alınmamış çünkü hamzaoğlu o dönem çok yumuşak ve az koşan bir takım oluşturmuştu. bir teknik direktör ilk on birinde podolski'yi düşünüyorsa aynı ilk on birde selçuk ve bilal kısa'yı düşenmemeliydi, top tutamayan umut bulut'u düşünmemeliydi. sonuç olarak az koşmaktan doğan zaaflar bir gün patlak verdi zaten takım da bir anda lige havlu attı.
podolski'li bir takımın topu ayağında tutup rakibi yorması, bununla beraber de az top kaybedip savunma koşularını azaltması gerekirdi. bizim takımımızsa podolski geldiğinde hem topu tutamayan hem de sık top kaybeden bir takımdı. ilerideki umut bulut birçok topun gerisin geri dönmesine neden oluyor ve hücumcuları ekstra yoruyordu ancak dönemin teknik heyetleri umut'un takıma verdiği bu ekstra yorgunluğu görmeyip kendisi çok koştuğu için oynatmaya devam ettiler. doğal olarak da podolski bu tempoya dayanamadı. dayanamamasına rağmen de performansına devam etti.
ilk senesinde yanlış plan-programa kurban gitti ki yine kamyonla da gol attığı bir seneydi bu. ikincisi senesinde de yine aynı sorunlar devam edip takımın direnci arttırılacağına riekerink'in yumuşak yaz kampı nedeniyle fizik kapasitesi yüksek olanların da kondisyonu düşünce podolski hepten göze batmaya başladı. hagi'nin ''galatasaray kötü ben hep burada, galatasaray iyi ben yok'' sözü gibi top ne zaman rakip ceza sahasında podolski var, top ne zaman ceza sahasının dışında podolski yok gibi bir durum oluştu.
bunda da poldi'nin suçu yok. poldi'nin oynadığı takıma selçuk inan'ı, umut bulut'u, bilal kısa'yı, jpk'yi, de jong'u koyanlar utanmalı. nerede çelimsiz, mıy mıy oynayan orta saha varsa getirdiler takıma ön libero diye koydular, ne kadar top tutamayan fovet varsa getirdiler -burak, umut- ilk on birin değişilmezi yaptılar. sonra podolski de göze battı. batar tabi, sen bunca yıllık podolski'nin oyun tarzını bile bilmeden transfer ediyorsun üstüne rezilce bir sezon planı yapıyorsun bir de utanmadan podolski'ye çok koş diyorsun.
podolski zaten bu teknik, güç ve bitiriciliğinin yanında çok da koşsaydı herhalde dünyanın en iyi 2-3 futbolcusundan biriydi şimdiye. adamın bayern münih'ten, arsenal'den ve inter'den gönderilme nedeni zaten çok koşamaması. büyük takımlar koşmayan futbolcuyla uğraşmaz vakit kaybetmez ama sen galatasaray olarak podolski gibi bir nimeti bulmuşsun ama adamı tanımadan getirmişsin. en iyi yanlarını en zayıf yanlarını bilmeden sırf ismi var diye almışsın. kendisine o kadar para vermeyi akıl etmişsin ancak yanına da adamakıllı bir orta saha koymayı düşünememişsin. beşiktaş 2015-2016 sezonunda mario gomez'le resmen uçtu. mario gomez'in podolski'den ne fazlası var? ben söyleyeyim, yok. üstüne epey de bbir eksisi var. mario gomez'in beşiktaş'ta tanrı olup podolski'nin galatasaray'da eleştirilmesinin ne nedeni yanlış kadro planlamasıdır. oğuzhan-necip- atiba- veli- olcay gibi ciğersizlerle kariyer sezonu yaşayan bir mario gomez örneği dururken biz podolski'nin yanına sneijder- selçuk- de jong gibi içi geçmiş, ağır, az koşan futbolcuları koyduk ve aldığımız neticeler de belli zaten.
koşunun yanında daha da önemli bir konu var belki de.
sneijder epeyce bir süredir forvet arkası oynuyor ve hepimizin de bildiği gibi sola çok daha yakın oynuyor. bu yetmezmiş gibi podolski de forvete konulduğunda sol çarpraza yakın oynayınca tüm saha parselizasyonu darmadağın oluyor. ve bu konu hafife alınacak konu değildir. büyük teknik direktörlerin asıl fark yarattıkları mevzu günümüzde alan parselizasyonudur. conte, allegri ve guardiola bilhassa bu konuda çok kafa yoran adamlardır mesela. bugün baktığınız zaman conte italya'sının sadece parselizasyonla bile ne kadar çağ atladığını gördük. veya yine mourinho chelsea'si, simeone atletico madrid'inin parselizasyonda ne kadar üst düzey olduklarını, elde ettikleri başarıların önemli bir kısmını buna borçlu olduklarını da biliyoruz. dolayısıyla bu konular nedeniyle podolski maalesef katkısından çok eksi yazdıran bir futbolcu oldu galatasaray için. ve yazının çoğu yerinde söylediğim gibi bu olumsuzlukta onun en küçük bir payı bile yok. tamamiyle teknik ve idari kadroların plansızlığı-yetersizliği.
teknik direktörlüğü düşünmüyor zannedersem podolski ama günün birinde elbet tekrar buluşacağımıza inanıyorum. duygusal bir veda oldu hepimiz için. takımımda olmasından gurur duyduğum isimlerden biriydi, yolu her daim açık olur umarım.