• 185
    onca entryde zaten her şeyden bahsedilmiş diyerekten benim maç içindeki en çok hoşuma giden detaydan bahsetmek istiyorum..

    dakika 90! golü atmış çıldırıyor, nereye koşacağını şaşırıyor çarşambalı hemşehrim sabri, arkasında avustralyalı yıldız kewell! en az sabri kadar efor harcıyor sabri'yi yakalamak için. bildiğin, "boynuna sarılıp türk usulü düşürme" hareketini deniyor sabri'ye. ama sabri çıldırmış pes etmiyor, tazı gibi sıyrılıyor ve koşuyor kulübeye doğru, tv.de kadraj tamamen sprinte kalkmış sabri'nin yüzünü alıyor. kadrajın köşesinde onu yakalamak için koşan bir futbolcunun bacağı ve aynı zamanda şortu var sürekli, aynı tempoda koşuyorlar. şorta bakıyorum üzerinde "19" yazıyor. vazgeçmemiş kewell!
    ne zaman bizden oldun sen?
  • 188
    öncelikle biz galatasaraylıların normal insanlar olmadığını, galatasaray'ın da normal bir takım olmadığını belki de 250.kez ispatlamış maçtı.
    evet, bizler man.utd. taraftarı gibi rahat, güle oynaya, gollerde "yiiiieeee" diye ayağa kalkarak yaşayamıyoruz aşkımızı. bana sorarsanız biz daha şanslıyız tabi.
    sürekli bir endişe, endişeden daha güçlü bir umut taşıyarak, parçalanarak, dolu dolu yaşıyoruz her maçı. tribündeki bir taraftarın, son tezahurata eşlik etmedi diye gol yediğimize inandığı, ekran başında izlerken uğurlu çakmağını düşürdü diye o golün kaçtığını düşündüğü, her birimizin her atakta, sağdan soldan bindirdiği, her duran topta birimizin arka direkte birimizin rakip stoperinin üstünde olduğu; arda'nın, barış'ın parçalanan ciğerlerine suni teneffüs yaptığımız; bütünleşme ve sinerji kavramlarını çaresiz kılan tarihin en organize işbirliğinin onmilyonlarca taraftar tarafından icra edildiği maçlardan biriydi bordeaux maçı.

    reklamdaki vurgu güzel seçilmiş, "çılgınlıkla kolkola bir aşk" ne de olsa. ve bu normal olmayan takımın tur atlaması da normal olamazdı. 3-1 lik avantajı koruyamadı diye kimse yüklenmesin, o zaman bu kadar hatırlanası olmayacaktı belki de. büyük kaptan'ın elinin ne kadar değmiş olduğu belki anlaşılmayacak, temyize en çok ihtiyaç duyan oyuncunun finali yapmış olması belki de yaşanmayacaktı.

    artık; deli dolu, maçın bittiğine inanmayan bir takımımız var, daha doğrusu bunu aşılayan bir hocamız var. önümüz belki çok açık değil, hatalarımız belki çok şeye engel olabilecek derecede ama, en azından biliyoruz ki, bu takım artık galatasaray olduğunun farkına vardı.

    ya kewell? yemin ediyorum insan değilsin. sibernetik organizma dediğimiz bir yapısın. gözünün içinde hedef düzlemi var bence. o top, saniyede 1 milyon basan bir işlemcinin hedeflemesiyle oraya giderdi anca. t-1000 desek sana yeridir. büyücülükten ziyade terminatör olduğun ihtimali daha kuvvetli bence.
    arda zaten "sen sahadaki biz" mottosunun en açık tezahürü. profesyonel sözleşmeli bir futbolcu değil arda, tribünden sahaya atlamış en ateşli taraftar. helal olsun sana onyüzbin milyon kere.
    meira, artık kredisini doldurdu sanctis ile birlikte. sabri'ye yüzlerce kez teşekkür ettiklerini hepimizi gördük. kendileri de farkında. meira efendinin kafası neye bozuksa, artık bitmiştir umarım. hatalarının telafisi için yazılan destanı görünce sarsılmışlardır. akıllanmaları için gerekli şoku verdi takım.

    sabri için ise karmaşık duygularım var. evet eksikleri var, evet şikayetçiyim, evet beğenmiyorum ama...
    o kadar eleştirilirken, gözden çıkarılmasına ramak kalmışken, toplara vurma yeteneği zayıfken, son dakikada o topa vurma cesaretini nerden buldu, nasıl inandı, nasıl dayandı, nasıl göze aldı, bir türlü çözemiyorum. sanırım taraftarlığından olsa gerek. takım için kalbinin atması böyle anlarda devreye giriyor demek ki. ama bu kadar son ana kalmamalıydı. bir daha bu kadar fazla dakikamız olmayabilir maçı çevirmek için. ben artık sana inandım, güvendim milyonlarca sabri rahatsızı gibi. bunu da boşa çıkartırsan, seneye konyaspor yolunu tutar cihan ile rekabet edersin.
    yine de, kafanı giyotinin altına uzattığın için, ateşten gömleği sırtına geçirdiğin için, bu takım için birşey yapılacaksa ben neden yapmayayım diyerek sergilediğin irade için; sana sonsuz teşekkürler ediyorum sabri. sen bize isyan et, biz önünde el pençe divana hazırız.

    galatasaraylılaşmaya başlamış profesyonel futbolcuların en üst seviyede mücadele ettiği, duşlarını alırken, "sanırım ben taraftar oldum artık bu formasını giydiğim takıma" diye düşündükleri, iki formsuz ismin riske soktuğu, sonrasında, tanrı'nın tövbelerini kabulu misali göksel bir mucize ile affedildiklerini görünce akıllandıklarını sandığım, iki hasta galatasaraylı futbolcunun** resmen ipten aldığı bu tur , hepimize hayırlı uğurlu olsun.
    kaydedeceğimiz, "ya o maçta ben var ya..." diye başlayıp anlatacağımız, bundan x yıl sonra izlerken, gözümüze bişeylerin kaçıp da kendimizi tutamayacağımız, metin oktay'ın dayanamayıp oyuna girdiği bir maçımız daha oldu tarihimizde.

    aşkı çözmüş bir adam demiş ki, "insan ömründe sadece bir kez aşık olur, tüm tutkuları, en uçtaki bütün duyguları, sadece biriyle yaşar." sanırım doğru demiş.

    edit: imla ve gramer
    asist: daniel tozser
  • 311
    https://www.youtube.com/watch?v=kM6KcAHMcIc

    12. senesini deviren efsane maç. bu maçtan 4 gün önce *yaşadığımız hezimet yüzünden bu maçtan umutsuzdum. ancak galatasaray avrupa fatihi unvanına yakışır şekilde, takımın başında bülent korkmaz ile müthiş bir reaksiyon göstermişti ve son dakika golü ile kazanmıştık.

    uefa kupasını alabileceğimiz bir sezondu ancak adnan polat yönetimi 2008-2009 sezonunun devre arasında meira'yı satınca hamburg maçlarında kewell'i stoper oynatacak kadar aciz bir duruma düşüp avrupa'ya veda etmiştik. 2009-2010 sezonunda da aynı hatayı nonda'yı satarak yaptılar ve atletico madrid maçlarında keita forvet oynamıştı, baros sakattı. ve yine elenmiştik.
  • 59
    hiçbir renktaşımın, sonucu hakkında kuşku duymadığından emin olduğum, kuşku duymaması gereken uefa kupası rövanş maçı.

    bugün işyerine; takım elbisemin üzerine, hem de evinde ligin sonuncusu takımdan 5 yemiş bir taraftar olarak, sarı-kırmızı kaşkolümle geldim. kuşbaşıların benimle alay etmelerine, arkamdan laf atmalarına rağmen, yine o galatasaraylılığımıza yakışır vakar ve yüzünde hafif bir tebessümle dinliyorum hepsini.

    büyük bir sabırsızlıkla cuma sabahını bekliyorum. bugün arkamdan atıp tutanları, masanın altına saklanırken görmek çok hoş olacak. bizim bu kupalardan çok var müzemizde, bunları "olmayanlar" düşünecek! biz her zaman yaptığımız işimize bakacak ve avrupa'da yol alacağız.

    zerre tereddütüm yok!
    aslanlarım bizi o maçın zaferine hazırlıyor. büyük yıkımların ardından gelen zaferler daha bir tatlı olacak çünkü!
    biz galatasarayız, ne olur yani yenilsek?
    biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu değil mi?
    o gece bizim gecemiz olacak! mecidiyeköyden önce avrupanın göbeğine oradan da papazın çayırına uzanacak ışığımız...
    kuşkusu olan var mı hala?

    bordeaux; istanbul ali sami yen çimlerinden, biricik mabedimizden yenilmeden çıkamayacak. ilk günkü inancımdan hiçbirşey kaybetmiş değilim. takımda hoca varmış, yokmuş, hava yağışlı, stoperlerimiz sakatmış, hakem kötüymüş vs. bunları aşalı çok oldu. biz bahane değil kupa üreten bir takımız, yoktan varoluruz, gerekirse o gece tribündeki 25.000 aslan hocamız; iki ayağını mabette göz göre göre çok sevdiği galatasaray için feda etmiş "özcimbomlu" sezgin kalecimiz olur, biz o fransızları ancak turistik ziyaret için ağırlarız.

    (bkz: sevinmek için sevmedik)
    (bkz: yürüyedur)
  • 283
    ali sami yen stadyumunda izlediğim ilk ve tek maç. tribüne çıkarken gözlerim yaşarmıştı. sabri'nin golünden sonra tribünün sonunda yer alan korkuluklara çıkmıştım,* sağ olsun ankaralı aslanlardan abimiz montumdan tutmuştu tribünden düşmemem için.

    tribünde üşüdüğüm ilk maç da diyebiliriz. yağan yağmur suları korkulukların önüne birikmiş, ayakkabıma dolmuştu. dönüş yolunda benzinlikten çorap alıp, yol boyu ayaklarımı ısıtmaya çalışmıştım.

    (bkz: tarihte bugün)
  • 312
    son dakika golü ile kazandığımız maçtır. her ne kadar son yılları eski performansından çok uzaklarda olsa da bu maçta tribünün ve özellikle samiyen kapalısının performansı eski yıllarını aratmayacak cinstendi. maçın daha ilk dakikası yediğimiz şok gole rağmen tribünün şoka girmemesi, aynen coşkusuna devam etmesi zaten nasıl bir performans sergileneceğinin ipucudur. özellikle kewell'ın golünde coşkunun tavanı delip arşa ulaşması hala akıllardadır. 3-3 ten sonra moraller düşse de turu alacağımıza olan inanç hep vardı içimizde. çok soğuk ve yağışlıydı maç günü ve ensasında ama kapalının en tepesinde biz montları çıkarmıştık.
  • 314
    12 saat bilet kuyruğunda bekleyip üzerine 9 saat gidiş 6 saat geliş 15 saat yol teperek yerinde takip ettiğim unutulmaz maç.

    (bkz: oradaydım)

    alışkın olduğumuz biletix gişesine* ek olarak ayağımızın dibinde yeni bir biletix gişesi* açıldığı için, 2007-2009 arası bir çok kez yaşadığımızdan çok farklı bir sabahlama olmuştu. çok fazla üşümeden, sokakta yerlerde yatmadan arada civardaki örgüt evlerine* kaçıp kıç dinlendirip geri gelmeli değişik bir tecrübe olmuştu. üzerine bir de bilgisayar mühendisliği öğrencisi arkadaşımızın biletix'in sistemine bilet satıştan hemen önce sızıp bir miktar bilet çekmesi günün bir diğer güzel haberiydi.

    bir önceki sabahlamamız ve istanbul yolculuğumuz 21 aralık 2008 galatasaray beşiktaş maçıydı. bilet için izmir kordonun ayazında birbirimize sarılıp ısınmaya çalışarak uyumuştuk. otobüs ayarlayacak kadar bilet bulamayınca dahil olduğumuz bir otobüste yerlerde yatarak gidip gelebilmiştik*. bu sefer farklı olacağı bu iki gelişmeyle belli olmuştu zaten.

    arada oynanan 22 şubat 2009 galatasaray kocaelispor maçı ayrı bir vakaydı. hevesimizi kaçırmasa bile maça gideceğimi duyan arkadaşlar arasında bayağı bir dalga konusu olmamıza sebep olmuştu. yine de saatlerimizi kurduk ve "son otobüs"ler ile ulaşımı sağlayıp malum yerde buluşmuştuk. şubat tatili dönüşü freeshoptan aldığım votkalar ve yolculuk öncesi marketten alınan elma suyuyla neşemiz her geçen dakika arttı. üzerine bir de geçen yolculuğun acı tecrübeleri sonrası öğrenci evinden getirilen battaniye eklenince iyiden "first class" bir yolculuk geçirdik bu sefer.

    eskihisar-topçular arabalı vapurunda sabah ayazı ve deniz ikilisiyle ayılana kadar her şey flu aslında. özgür soylu'nun üzerinden 3-4 ay falan geçmiş, bizim tribünün bir kısmının o sezon bursa deplasmanında yaşadığı pompalı tüfek macerasını da bir ultraslan karşı'nın blogundan okumuştuk. her mola verilen yerde pompalı çıkar mı muhabbetleri var bir tek aklımda.

    sabahın körü olmasa da maç için çok erken bir saatte istanbul'a varmıştık. buluşma saati kararlaştırdıktan sonra eminönü'nde kahvaltı, taksim'in ara sokaklarında ne idüğü belirsiz bir öğlen yemeği dedikten sonra ali sami yen sokaktaydık. her gelen "ultraslan x" otobüsünün şampiyonluk turu edasıyla sokaktan şöyle bir geçmesi, kalabalıkla birlikte heyecanın artması klasik bir maç günüydü.

    maçı dakika dakika anlatmaya gerek yok. ancak eski açık'ta daha önce girdiğimiz deplasman tribününe en yakın kapı üstünden* biraz yan tarafta bir yere girebilmiştik. ya da öyle hatırlıyorum. bir de bir sonraki sezon için tayfa'nın eski açığa geçeceği ve üzerinin kapanacağının duyurulduğu toplantı olmuştu galiba, onun da etkisi olabilir.

    ara ara yağmur yağan bir ali sami yen akşamıydı. daha üçlü bitip "cimbombom'um sen çok yaşa" yeni yeni girilmişken uzaktaki kaleye rakip takımın golü geldi. zaten 22 şubat 2009 galatasaray kocaelispor maçı'nın etkileri hakim herkeste. şampiyonluk işinin "olmayacağı" belli olduktan sonra sezon başından beri dillendirilen saraçoğlu'nda uefa'yı alacağı galatasaray rüyasına sarılmıştı herkes. o golle birlikte karamsarlık ve hayal kırıklığı da çöker gibi oldu bir anda tribünlerin üzerine. dakikalar geçtikçe hem takım hem tribündekiler şoku atlatmaya başladıysa da sonuçta maça 1-0 geride başlamıştık adeta.

    arda turan'ın ilk gole dair bir anım yok. sadece bizimle gelen ama ayağındaki sakatlıktan dolayı kıyıya köşeye geçmiş bir arkadaşın yanına kadar gittiğimi hatırlıyorum. tribünler "omuz omuza"ya başladığında arkadaş da tüm acısına rağmen zıplamaya başlamıştı ki "vur be" diyen bir ses anında sahaya çevirdim kafamı. harry kewell'ın bordeaux'a atığı golü üzerime geliyor gibi göreceğim bir açıyla izlemem de bu şekilde cereyan etmiş oldu.

    devre arasında da arkadaşın bir yere oturmasını sağlamak ve gözlüğünü aramakla geçti.
    golden sonra adam sakat bilekle yerlerde tekerlenmesin diye yaptığım son hamle sonucu kariyerinin ilk stagedive denemesini yapmıştı zira...

    ikinci yarıya daha dirençli ve istekli başlamıştık. nitekim 65'in dakikada arda turan'ın yeni açık tarafındaki kaleye soldan yerden gelen topu tiplemesiyle gelen üçüncü golde o kadar büyük bir dalgalanma olmamıştı. uefa kayıtlarına göre 72. ve 75. dakikalarda gelen iki gol ise 19 mart 2009 galatasaray hamburger sv maçında yaşanan kadar büyük bir çöküş hatta panik yaratmayı başarmıştı.

    tribünde derin olmasa da bir sessizlik ve asırlardan beri bu anlarda söylediğimiz tek tezahürat olan "bizim için bordo'ya da koy"u söylerken koca eski açık'ta birbirimizin sesini ayırt edebildiğimiz çok anlar oldu. umutsuzluk, sahada takımın çırpınışları, yağmur, soğuk derken dakikalar geçti.

    --- aç parantez ---

    o zamanlar sabri'nin galatasaray'da 6. senesi falan. internetin de yaygınlaşmasıyla yavaş yavaş dalga konusu olmaya başlamıştı iyice. galatasaray'lılığı su götürmezdi ancak makarayla karışık çok eleştiriliyordu. bu maçtan 4 gün önce felaket oynadığı 22 şubat 2009 galatasaray kocaelispor maçı sonrası küfürlere bile maruz kalmıştı.

    --- kapa parantez ---

    son dakikaymış, biz de sonradan öğrendik son dakika olduğunu. bir yandan üşüyüp bir yandan umutsuz gözlerle sahaya bakarken hala daha "bizim için bordo'ya da koy" diye bağırıyorduk. ya da bağırmaya çalışıyorduk diyelim... korner atıldı ama uzak kale arkasından net kestirmek de zor. birileri kafa vurdu ve top açılır gibi oldu. o an tüm staddan, herhangi bir yönlendirme olmamasına rağmen, kollektif bir "vur" sesi çıktı. sabri sarıoğlu'nun bordeaux'a attığı gol diye geçmiştir literatüre ama aslında tüm stad birlikte vurmuştur o topa.

    sonrası..

    gol diye zıpladım tüm stadla beraber ama sırtımda bir arkadaşım, onun sırtında hiç tanımadığımız iki arkadaş daha, ben 135 kilo falanım o zamanlar ama 5-6 sıra aşağı uçtuk. ayağa bir kalktım üstüm başım eski açık çamuru, arkadaşlar da aynı durumda. ayakkabı koltuk arasında kalmış, üzerine indiğimiz koltuk kırılmış her parçası birimize batmış. yine de hayvan gibi sevinçliyiz.

    ali sami yen de öyle bir yerdi işte...

    derken biraz ilerimizde bir karmaşa. bir abimiz, yüreği ya o streste ya da sevince dayanamayıp fenalaşıyor. maç bitip sabri formasını çıkarıp secde ederken biz abiyi oradan çıkarma derdineydik. sağ salim sağlıkçılara ulaştırıyoruz, korkacak bir şey yok diyor sağlıkçılar. yaşıyorsa allah ömür versin, öldüyse rahmet eylesin...

    garibim anne babama yine aynı yalanları sıralıyorum. mekandayız, başka bir yere geçtik ses gelmiyor, arkadaşın evindeyiz falan filan... sokakta son bir köfte yiyoruz, ne olduğuna bakmadan. biniyoruz otobüse, battaniyeye sarılıp yatıyoruz. sağda solda durup işeye işeye 9 saatte gidilen yol, herkes zıbarıp yatınca 5.5 saatte dönülüyor. sabahın da alakasız bir saatinde evdeyim... normal saatte uyanmış gibi yapıp telefonda bizimkilere belli etmemeye çalışıyorum. bal gibi bilseler de bozuntuya vermiyorlar işte...

    oysa ne sorumsuz, ne hayırsız, ne işe yaramaz bir evlattık...
    o zaman hayal ettiğimiz ve ucundan kıyısından yaşadığımız hayata yüklediğimiz anlamlar, yalanlar dolanlar vesaire...

    10 seneyi geçti bak, hala yükü duruyor üzerimde. maddi-manevi...

    ondan sonra diyorlar ki herkes ikinci bir şansı hak eder. ikinci üçüncü beşinci şansı aldık almasına ama kimse haketmiyor aslında ikinci bir şansı. o da ayrı bir konu...
  • 242
    liseye gireli henüz bir sene olmuştu, okuldan çıktık arkadaşımla, vurduk kendimizi nevizadeye. maç büyük, umutlar büyük, beklenti büyük ve tabii ki galatasaray olmanın getirdiği özgüven, "biz bunları samiyende eze eze geçeriz" duygusu hepsinden büyük. çektik kafaları bi güzel, ama ufağız daha, zamanlamayı yanlış yapmışız geç çıktık nevizadeden. mecdiyeköy metrosunda indiğimizde ise başladık stada koşmaya. yanımızdan simit sarayı, sultanahmet köftecisi, çadır madır su gibi akıp geçti ve biz iki delikanlı yetişirdik yetişemezdik tartışmaları arasında kapalının duvarlarına dayanmıştık bile.

    girdik kapalıya, dakika henüz iki oh dedik çok bişey kaçırmadık. hatırlarsınız, o zaman kapalının eski açık tarafına yarı saydam duvar tarzı bir şey koymuşlardı, deplasman tribününe bişey fırlatılmasın diye. o duvar skorbordu göstermiyordu kapalıdakilere. ilk dakikada gol yediğimizin farkına varmadık bi on dakika. taraftar dediğin maç skorunu tribündeki havaya bakıp anlar aslında ama işte o maç tribün de bi ayrıydı bi başkaydı sanki.

    takım kötü oynamıyordu, tribünler tıklım tıklım doluydu. zaten bu ikisi yerindeyse galatasaray için skorun ve zamanın önemi yoktu. kapalıda insanlar ise çift sıraydı. ama öyle lafın gelişi falan değil. bildiğiniz her iki koltuk sırası arasında bir sıra daha vardı ki o da tıkış tıkıştı. neyse bizim takım yüklendi yüklendi, sonunda arda'm attı bi tane. kapalı yıkılıyordu: cimbombomuuum, sen çok yaşaa, canım feda olsun saaana, hiçbir şeyeee, değişilmeeez, senin sevgin buu dünyaadaaa oley oleeey oley oleeey...*

    artık herşey istediğimiz gibi olmaya başlamıştı. orası öyleydi de bizim biralar kırmızı damarlardan sarı lizozomlara ulaştırılıp sindirilmiş, böylece tuvaletin yolu da gözükmüştü. arkadaşıma dedim ben yarı bitmeden gideyim de sonra izdiham olacak diye. tuvaleti, ilk yarının son saniyelerine tercih ediyormuş gibi gözükmenin utancı içerisinde pardon diye diye kapalının sağdan ikinci giriş kapısına doğru ilerledim. artık içeri giricem, anam son bi kez sahaya bakıyım dedim bi gelişme var mı falan, sen harry al topu sol ayağına bir zımbala. aman allahım yok ama böyle bir sevinç önümü görmüyorum gol ulan goool diye bağırmaktan. haha, çıkış kapısındayım ya yanımda da polis varmış hani yeşil giyenlerden. herife sarılmışım gol ulan attık goool diye diye. ibne fenerli heralde mum kesildi. neyse o günlük affedelim onu. ama şunu da söyleyeyim bir insan o kadar pis bir tuvallette anca o denli mutlu bir şekilde işeyebilirdi. o sidik kokan tuvalete dolan pozitif enerjiyi inanın kelimelere dökemem.

    ikinci yarı da aynı enerjiyle başladı, gol de geldi. ama işte 3-1 oldu ya artık, galatasarayım ah benim galatasarayım illa ki başını yeni bir derde sokardı maç bitimine kadar. özellikle son on yılda o kadar yaşanmış bir durum ki bu ben hiç yadırgamadıydım yani. dediğim gibi iki tane aptal saptal gol yedik fransızlardan. artık dakika 80lere yaklaşıyor, durum 3-3... yüklen babam yüklen, yüklen babam yüklen yok. allahım dakika 90 oldu, iyi de oynuyoruz her geçen dakika baskıyı artırıyoruz bi yandan. ama yok yokuşa sürüklemişiz bi kere işi. hatırlarsınız sabri reyisle de kavgalıyız hepimiz. biz kavgalıyız tabi de, sabri bu; yürek, gönül, kalp, sevda ne ararsan var bu adamda. sen çık, topa vur. o topun kaleye nasıl girdiğinin bizim için o kadar önemi yoktu ki. artık o anda, ne kuşlar ağaçlar, ne amerika kapitalizm, ne ibne medya, ne trafik, ne para, ne pul... attım kendimi kapalıya. attım yahu, ötesi var mı? kaç sıra düştüm ben bilmiyorum, kapalıdaki kimsenin de o golden sonra maçı izlediği yeri bulabileceğini sanmıyorum. sabrinin maç sonu efsane üçlüsünü de unutmamak gerek.

    ancak üzülerek şunu söyleyeyim. ben çok özledim o galatasarayı. özledim rakip ayırt etmeyen, ne yapıp edip maçı alan galatasarayı. ve kapalıyı tabii ki. kapalının son maçıydı bu maç. son üçlüsüydü, son haykırışıydı, son yalvarışıydı belki, beni harcamayın, değiştirmeyin, yıkmayın diye. bir daha da adam akıllı yüzü gülemedi güzelim kapalımın. öncesinde gittiğim gibi, o günden sonra da hep gittim kapalıya. ama artık o orada değildi sanki. ruhunu sabrinin üçlüsünde bırakmıştı. yoksa izin verir miydi deri koltukların sahteliğine, eskiden bayraklarla bezenirken şimdi camlarla, ağlarla kaplanıp kafese dönüştürülmesine. vermezdi kapalım.

    ve ben. heralde o günden beri gozlerimkapali benim.
  • 301
    mükemmel bir maçtı. yeni açık üstteydim, hava baya soğuktu. stada girerken kapıda bir arbede olmuştu. birisi polise küfretmişti polis ben sanıp bacağıma copla vurmuştu. etraftan insanlar “abi o değildi. o efendi bir çocuk napıyorsun lan” falan diye polise laf etmişlerdi. neyse...
    sabri ve kewell gollerinde çıkan uğultuyu anlatmaya imkan yok resmen zemin titremişti. ne virus ne bir şey. kapıdan bilet alır girerdik kafalar rahat...
  • 205
    çok zordu sözlük çok zordu benim için. 21:00-23:00 ön nizamiye nöbeti buz gibi malatya havası, kat kat giyinmişim hala üşüyorum, elimde keleş, omuzlarımda çelik yelek, çaprazda ufka bakıyorum *. bir taraftan da galatasaray'ım avrupa kupası maçında. maçı d-smart veriyor ve kimse izleyemiyor herkes bihaber. daha ben nöbete girmeden golü yemişiz haberim yok tam bir muamma... benim gibi galatasaraylı 2 arkadaşı arıyorum en azından bir skor öğrensinler ulaşamıyorum. zaman geçmek bilmiyor omuzlarım çökmüş. nöbetin bitmesine yarım saat var kendi kendime "hala şu maç bitmedi mi lan? ne durumdayız? kaç kaç?" sorup duruyorum.
    tam o sırada koşa koşa barış abi yanıma geldi. hergün mesai biter bitmez sırtına geçirdiği 8 numaralı prekazi formasıyla: "areyouplayer son dakikalar durum 3-3!" kaynar sular başımdan aşağı döküldü. daha bir heyecanla biraz da umutsuzca bir mucize bekliyorum artık. daha birkaç dakika dolmadı barış abi tekrar göründü. "elendik di mi?" dememe kalmadan:" sabri yazmış uzatmada koyduk eledik!" demesiyle nöbet möbet hak getire. daha yarım saat varmış nöbetin bitmesine ama bıraksalar sabaha kadar tutarım öyle bir enerji doldu içime. işte böyle bir etki bırakır galatasaray galibiyeti bu bünye de hele ki mevzu bahis avrupa maçı ise. (u: tam tersi için hamburg maçı 2-0 öndeyiz ve gene nöbete giriyorum sonrası tam bir kabus ne sen sor ne ben anlatayım)

    edit:imla
  • 304
    o sıralar, saint-joseph'te 10. sınıftaydım.
    maçın oynandığı gün fransızca sunumum vardı.
    bu maçın heyecanıyla, "boşver ya sunumu." diyerek çalışmadım.
    gece 01:00 olunca dank etti.
    "bu iş böyle olmayacak" diyerek çalışmaya başladım.
    04:00'da yattım ve yaklaşık 2.5 saatlik uykuyla okula gittim.
    maç boyunca sağa sola doğru düşen kafamı düzelttim.
    sürekli içim geçiyordu, çok tuhaftı.
    sunumdan 50 üstünden 34 yani %68 aldım.
    hem sunumu kurtardık, hem cimbom turu geçti.
    uykusuzluğumun önemi kalmadı.
  • 288
    bende askerdeydim bu maçta. santralci olduğumdan mütevellit görev yerini bırakamadığından ötürü, gazinoda maç izleyen topluluğu gıpta ile uzaktan izliyordum. sadece sesiyle maçı takip ederken, son dakikalarda dayanamayıp gazinoya girmiştim. 18-19 yaşlarındaki astsubay çavuş, beni görünce sen ne yapıyorsun lan burada dedi. o esnada sabri bazukayı yapıştırdı yer yerinden oynadı. en son çavuş ile birbirimize sarıldığımızı hatırlıyorum. şimdi o çavuş ile evliyiz ve iki çocuğumuz var. (ekşide böyle tribünlere oynayan entryler var ya onlara bir selam çakayım dedim)
  • 209
    geçen yaz, ingilizce kursundayım. 5-6 tane yabancı hoca var. her ders başka biri giriyo dersimize.

    zerre türkçe bilmiyo hiç biri. ders baştan aşağı ingilizce. yarım yamalak anlamaya çalışıyoruz işte *

    işte günlerden bir gün dersimize, şöyle hafif meşrep, vamp bi bayan, kendisi fransız * tahmin edeceğiniz üzere

    sarışın ve renkli gözlü. renkli iç çamaşır dekoltesi de cabası * sürekli saçlarınla oynuyo, aklı sıra türkiye'yi küçümsüyo, ab'ye giremezsiniz hede hödö..

    sonra bi anda konu futboldan açıldı.

    fy: *, sb:*

    fy: "eeeeeıımm.. okeeyy.. ımm..vaattss yoır fıtbol tiiim??" (hangi takımlısınız bakam)

    sb: "uhahah..fffeeeeennnnerrrrbahhhhhçeeeeee" * (fenerbahçe) * * "duuu yuu noovvv" (bilion mu lan)

    fy: "!?!.. fennnırbahcee?? eeıımm..nııoooo..ay dond nov" (fenerbahçe.. yoo..aaa.. hayyıırr lan bilmiom)

    sb: "bbeeeeşşşşşiikkktaaaaaaşşşşşşş" * "duuu yuu nov beşiktaş" (ya beşiktaşı bari bil ya, bilion mu lan?)

    fy: "* !!???! beşşşiiktuaş? vatts beşşiktaşş?, nıooo, ı dondd" (beşiktaş mı? o ne lan)

    sonra şöyle devam ediyo kendisi: "baadd, ayyyy ... casstt noovvvv..eeeıı.. 'gelatasıray'" * *

    "bikoosss, ayy emm.. * .. ayyemm..fıromm.. * borrdoo.. "

    (bkz: çok mu acıdı len)

    (bkz: yakkarım bu gezzegeni..yakkarıımm) *
  • 303
    bugün maçı tekrar izlerken emre tilev’in şöyle bir anlatımına şahit oldum:

    “ofsayt yok! koş baros koş! pembe kramponlarınla sıyrıl ondan...”

    üstelik bu, tilev’in maç anlatımında pembe kramponlardan ikinci kez bahsedişidir ve bu konu üzerinde fazlaca durması tuhaflık sınırını aşmıştır.

    kendisinin bilinçaltını daha fazla kurcalamak istemiyor ve ardarda gelen goller adamını aklını alır diyerek geçiştiriyoruz.
  • 284
    çok sevdiğim bi abim yurt dışına gidiyordu. oğlunu da götürmem karşılığında 2 tane numralı tribün kombinesini bana vermişti. çocuk küçük olduğu için ben de arkadaşımı aradım ve ufaklıklık ile beraber maça gittik. numaralı tribün sırasında içeri girmek için bekliyorduk. arkamızdan bir adam gol yemişiz dedi, sesi çok tanıdık gelince dönüp baktım ali kırca... daha tribüne giremeden, refakatçi meira sayesinde mağlup duruma düşmüştük:( kewell o şutu tam önümüzden vurmuştu. topun gidişini izlemek acayip güzeldi. neyse sonra malum rakip takım beraberliği yakaladı. o sıralarda önümüzde bi kalantor vardı ve sürekli sabri'ye patates kafa diyip duruyordu. aslında çok şey söylemek istiyordum ama yer benim olmadığı için, kombine sahibine ayıp olmasın diye bişey diyemedim. neyse sabri golü atınca hepimiz havalara uçtuk. yanımdaki arkadaşım dayanamayıp "sabahtan beri sabri'ye demediğini bırakmadın, ne oldu gördün mü?" diye sordu. herif biraz mahçup oldu haliyle ama galibiyet geldiği için çok da fazla tartışmadık. ali sami yen stadında yaşadığımız, bizim için klasik olan bir avrupa kupası zaferiydi... zor ama sonu güzel olmuştu.
App Store'dan indirin Google Play'den alın