• 434
    kendisi hakkinda su anki dusuncelerim farkli olsa da bir zamanlar onu babam gibi severdim. ve o tarihi konusmasindaki muthis bitiris cumlesi nickim icin esinlenebilecegim ilk seydi.

    "kazanaksiniz, kazanmak icin ugrasacaksiniz!
    ama netice ne olursa olsun, siz benim gonlumde hep kazandiniz hep sampiyonsunuz!
    ve oyle kalacaksiniz!
    allah yardimciniz olsun!"

    su konusmayi duyup ttuyleri diken diken olmayan galatasarayli yoktur. pisman degilim nickimden, fatih terim bizi satip gitmis olsa da yasattigi basarilar asla silinemeyecek bir bicimde tarihe kazindi. keske gitmeseydi ama iste.. canin sagolsun hocam..
  • 437
    monaco...

    biz galatasaray taraftarına çok şey hatırlatır. bana ilham verense şudur: avrupa süper kupa finali, rakip real madrid, şehir monaco...

    sahada jardel, hagi, fatih akyel, tafo, bülent korkmaz, arif; tribündeyse faruk süren ve monaco prensi... pipo tüttürüyorlar.

    hani kupalar, başarılar vesaire bunlar da önemlidir elbet ama benim için galatasaray'ın nirvanası bu andır. yobaz kaynayan ( dini yönden değil, insani açıdan kastediyorum. misal aziz yıldırım) canım memleketimin böylesine elit bir şekilde ve de bu arma ve camia ile temsil edilmesi benim için en büyük gurur kaynağı olmuştur.

    özledim o zamanları. faruk süren'i özledim. asaleti özledim. şimdi bir bakıyorsun dursun özbekler, cüneyt tanmanlar gırla gidiyor. galatasaray bu olmamalı.
  • 443
    bu hikayeyi kimseye anlatmamaya yeminliydim lakin artık zamanının geldiğini düşünüyorum. uzun yazı takıntısı olanlar lütfen okumasın. ciddi okuyucuları bekliyorum. "özet geç piç" diyenlere ise tek bir lafım var. "sensin piç."

    estalf

    evet estalf. ilk bakışta anlamsız gelen hatta "bu ne amk" diye tepki gösterilen bir nick gibi dursa da aslında olayın gerçek yüzü hiç de öyle değil.

    2004 yılı güneşli bir ilkbahar akşamı okul çıkışı 4-5 bilemedin 6 arkadaş daha önce emsali görülmemiş bir haylazlık peşindeydik. okul çıkışı dememe bakmayın aslında ders henüz bitmemişti ve son ders öğretmen olmadığı için boştu. zaten olayı ürpertici hâle getiren de tam olarak bu. kim bilebilirdi ki bu boş dersin hatıralarımızda derin yaralar bırakacak bir faciaya yol açacağını. aslında bunu hissetmiştik fakat genciz bir kere kanımız kaynamıştı. şimdi olsa belki "asla yapmam" derdim fakat o anki gençliğin ve cahilliğin vermiş olduğu cesaretle arkadaşların bu korkunç teklifini kabul edip son dersin bitmesine tam 7 dakika kala okuldan kaçmıştık. gerçekten zor bir karardı. çünkü o ana kadar yani lise 2. sınıfa kadar hiç okuldan kaçmamıştım. bu karar benim için hayatımda bir dönüm noktası oldu. öyle ki o günkü kaçışın vermiş olduğu cesaretle tam bir hafta sonra yeniden okuldan kaçacak ** ve evde unuttuğum ekmek arası köfte ve ayranı babamın okula (lise) getirmesi sebebiyle babama yakalanacaktım. aslında bu da apayrı bir hikaye. belki ileride bundan da size bahsetme imkanı bulurum.
    yavaşça okulun çıkış kapısına yaklaşırken kapının açık olduğunu farkettim. bu, kaçışımızı daha da kolaylaştıracaktı. bahçenin içindeki okul servisleri yavaş yavaş öğrencilerle dolmaya başlamıştı bile. bu kadar öğrencinin içinde farkedilmemiz neredeyse imkansızdı. işler tam da istediğimiz gibi gidiyordu.

    o dönem esaretin bedeli'ni haftada 3 kez izliyor oluşumun da bu zorlu kaçış sürecinde etkili olduğuna eminim.

    ve kapının eşiğinden geçtik.

    evet dediğim gibi artık okulun soğuk, gri ** ve beton duvarlarının dışındaydık ve özgürdük. bu bir mucizeydi. insanlar başarımızı kutlarcasına yüzümüze bakıp tebessim ediyor, ağaçlar dallarıyla bize el sallıyor, çöpü karıştıran kedi bile kulaklarını dikmiş hayretle bize bakıyordu. gökyüzü daha mavi, yapraklar daha yeşil, güneş daha bir sarıydı o gün. sanırım cennette olmalıydık. her gün okula gidip gelirken gördüğüm okulun tam karşısındaki berber ders saatinde dışarıda olmanın verdiği mutluluk ve heyecanla gözüme adeta cennet bahçesinde güllerden yapılmış bir baraka, berberci ise bir huri gibi gözüküyordu.

    sırt çantamız tek omzumuzda asılı, üstteki üç düğmesi açık olan beyaz gömleklerimizin içinde renkli tişörtlerimiz, düğüm kısmı göbek deliğimizin üzerine denk gelen kravatlarımız ve ayağımızda çakma halısaha ayakkabılarımızla okuldan uzaklaşmaya başlarken az ileriki cafede oturan bir grup öğrenci gözümüze çarptı. çocuklara yaklaştıkça bir yerden tanıdık geldiklerini farkettim. tam da düşündüğüm gibiydi, bunlar bizim karşı sınıfın çocuklarıydı. okuldan kaçtığımızı farketmemeleri için çocuklarla göz göze gelmemeye çalışıyordum. sonuçta ertesi gün öğretmenlerden birine ispiyonlayıp hayatımızın kararmasına neden olabilirlerdi.

    karşı sınıfın çocukları: sizin de mi ders boştu?
    bizim çocuklar: evet, son iki ders boştu.
    karşı sınıfın çocukları: şimdi mi çıkıyosunuz olm, biz iki saattir bilardo oynuyoz. şimdi biraz atıştırdık birazdan servise binicez. (gülüşmeler)

    ben bizim çocuklara dönerek, sesim kısık bir şekilde;
    -okuldan kaçtığımızı bilseler yine böyle gülebilirler miydi acaba hehe.

    arkadaşlarımın suratıma manasızca bakmalarına anlam verememiştim. sanırım hâlâ olayın şokundaydılar. bir iki dakikalık sohbetin akabinde tekrar yola koyulmuştuk. dar, sessiz, arnavut kaldırımlı sokaklardan geçerek sonunda istediğimiz yere ulaşmıştık.

    -milenium internet c@fe-

    2000 yılından sonra açılan her internet cafe gibi buranın da adı milenium'du. ama bu diğerlerinden daha milenium'du. monitörleri düz geniş ekran, diğer cafe'lerdeki bilgisayarların işletim sistemi windows 98 iken burada windows xp vardı. tam bir teknoloji harikası.

    artık counter oynamaya hazırdık.

    t'ye basınca duvara sıkılan spreyimi turuncu kuru kafa olarak ayarladım ve her zamanki gibi teröristleri seçerek oyuna başlamıştım. fakat nickimi ayarlamayı unuttuğumu farketmemiştim ta ki sıra arkadaşım fahri bana headshot yapana kadar. benim teröristim yerde kanlar içinde kıvranırken korkuyla beklediğim soru fahri'den geldi:

    -flatse kim amına koyim?

    önce bir müddet cevap veremedim. kafamdan daha büyük kulaklıkla farkedileceğimi bildiğim hâlde başımı olabildiğince aşağıda tutmaya çalışıyordum. nasıl açıklardım bu durumu? nasıl derdim "flatse benim" diye. kakarakukara olsa bir nebze açıklayabilirdim. fucker and fuckara olsa yine öyle. bi şekilde espri olsun diye yazdığımı söyleyebilirdim.

    ama gerçekten de flatse neydi amına koyim?

    bu ismi kim bulmuştu? kim cs*'de nick olarak kullanmıştı? bu cafe'de bizden başka sadece ilkokullu ergenler takılıyordu ama hangi ergen böyle bir ismi kendine nick olarak kullanırdı? o veledi bulmaya ant içmiştim. nickimi değiştirmeden günlerce o cafe'de cs atıyordum. hep aynı bilgisayara oturuyordum ve nickin benim oynamadığım zamanlarda da hiç değişmediğini farkettim. derken yine okul çıkışında gittiğimiz bir gün bilgisayarda bir ilkokullunun oturduğunu gördüm. çocuk gerçekten de tam bir ilkokulluydu. ilkokulluluğunun hakkını veriyordu. gerek yan sandalyeye koyduğu kendinden büyük sırt çantası, gerek oyunu dili dışarıda ve ayakta oynaması, gerek yanındaki çocuğun ekranını kesmeye çalışırken bi taraftan da kafasından düşen kulaklığı tutmasıyla ortaokul ve liselilere adeta taş çıkartıyordu. flatse fikri pekâlâ bu küçük kafalıdan çıkabilirdi. arkasından sessizce yaklaştım, yandaki arkadaşının ekranını kesmeye çalışırken günlerce kendisini aramamın vermiş olduğu hırsla kafasına bi tane patlattım. kulaklığı kafasından çıkıp önündeki çocuğun kafasına düştü. çocuk neye uğradığını şaşırdı. gözleri yaşlı bir şekilde bana döndü. "flatse sen misin?" dedim. "evet" dedi. bi tane daha vurdum. ağlamaya başladı. "neden?" dedim "neden???"

    -neden flatse??!

    meğer ona da başkasından kalmış. kendisi ilkokullu olduğu için yabancı dilde bi kelime sanıp kullanmaya devam etmiş. "bundan sonra kullanmam" dedi. "hayır" dedim.

    -kullanacaksın!! kullanacağız!!! gelecek nesillere flatse'yi anlatacağız. yurdun dört bir yanında yeni flatse'ler yetişecek. onlar da yeni flatse'ler yetiştirecek!

    böyle söylemedim tabi. "la sigtir git bilmediğin şeyleri kullanma bi daha burda hayatımı sktin kaç gündür da vinci'nin şifresi gibi bunu çözmeye çalışıyorum ben it" dedim. ama ne hikmetse ne zaman bi yerde nick kullanmam gerekse "flatse"yi kullandım. istemsiz bir şekilde hayatımın bir parçası oluverdi. ta ki gs sözlük'e üye olana kadar. farkettim ki flatse nickini kullandığımdan beri hayatımda her şey ters gitti. nasıl gitmesin aq. ben de bu tersliğe ancak bir şekilde engel olurum diyerekten flatse'nin tersini nick olarak kullanmaya başladım.

    işte dostlar estalf'in hikayesi budur. biliyorum çok merak ediyordunuz. ufkunuzu iki katına çıkardığım için pişman değilim.

    sevgiyle kalın.
  • 447
    selosked

    yaş 10-12 falan, abimle need for speed oynuyoruz. gerçek ismim selim, isim girmeye gelince abim bana uyuzluk olsun diye "seloş kedi" yazmak istemiş. çocukluk işte. tabi 8 harf sınırı olunca da selosked olarak girebilmiş. ben de o sinirle ve "madem sen bana selosked dedin, ben de bu isimle koyucam sana" hırsıyla, selosked nickiyle harikalar yarattım. sonra da nereye nick yazacak olsam bu nicki kullandım ve uğuru olduğuna inanıyorum. bu açıklamayı yıllardır ilk defa buraya yazıyorum, kıymetinizi bilin köfteler.
  • 450
    gala sözlükte yazarken nickim "karincaezmez sevki" idi. karincaezmez beyefendiye çok hayran bir kişiyim. bu yüzden bu nicki kullanırken çok keyif alıyordum. sonra bir sürü hoş olmayan olay yüzünden gala sözlükten uzaklaştım. o ara galatasaray sözlükte de üye alımı açılmıştm. ne okur ne olmaz diye bir hesap açayım diyordum. ki bu hesabı açtım ancak bir süre daha galaya yazmaya devam ettim. işer iyice zıvanadan çıkınca buradaki hesabımdan temiz bir sayfa açayım demiştim.

    nicke gelirsek gala'da ki gibi yine karincaezmez sevki ismini alacaktım ancak zaten bir arkadaşımız almıştı. benim için de nickin bir önemi olması lazım. ya bir konuya atıfta bulunmalı ya da benim için bir önemi olması lazım. düşümdüm nickim ne olsa beni mutlu eder diye. galatasaray'da hayran olduğum isimleri düşündüm. bir iki nick geldi aklıma. şu an bir iki tanesi aklımda. bunlardan biri de şuan kullandığım aslan nihatin calimlari. aslan nihat bekdik'i biraz hatırlatalıyım. kendisi 18 sene a takımda oynamış, şampiyonluklar görmüş, galatasaray'ımızım emekleme dönemlerinin değerlerinden 10 sene kaptanlık yapmış bir efsanedir. arka ikilide oynayan birisi. (libero mu stoper mi bilemiyorum.) bunun dışında bulduğu ne spor varsa yapmış ve başarılı olmuş. eski sporculara bakarsanız bunungörebilirsiniz. babam 50 annem 53 doğumlu. obların jenerasyonu dahil 1900 başına giderseniz bu dönem insanların çok azının spor yapabildiğini ve bu yüzden hangi sporu buldularsa yaptıklarını görürsünüz.

    nihat bekdik'te ailemi görüyorum. halı sahada hep stoper oynarım oradan da kendime özel kahraman olarak benimsiyorum. yani nihat bekdik kesin olacak.

    bunun dışında çokta hırslı birisi olduğu topa sert vurduğu söylenir. (o zamanın toplarını düşünün. ali sami yen'in bir futbol topunu tamir etmek için ayakkabısını kestiğini hatırlayın. spor böyle kıymetli bir şeydir işte.) rivayet odur ki bir gün nihat bekdik, fenerli oyunculara dönerek "ben tek siz hepiniz, topu ayağımdan alabilirseniz oyun biter" demiştir.

    bu yüzden nickim aslan nihatin calimlari.
App Store'dan indirin Google Play'den alın