1
benim gibi "milliyetçi olmayan" bir vatandaşı bile irite etmekte olan durum.
yukarıda belirttiğim gibi "milliyetçilik" kavramından haz etmiyorum. bunun milleti, vatanı, türkiye'yi veya türkiyeli olmak kavramını sevmemek, benimsememekle alası yok. aksine bu toprakları ve bu topraklara ait her şeyi çok seviyorum. ancak "milliyetçilik" kavramının içindeki "bir millete ve ırka mensup kişilerin özelleştirilmesi" kavramı beni soğutuyor.
gelelim spora ve spor içindeki milliyetçilik kavramına...
olimpiyatlar da dahil olmak üzere tüm spor müsabaka ve turnuvalarında isteseniz de istemeseniz de bir aidiyet, bir bayrak, bir ülke, bir tebaya aidiyet kavramı zorunlu hale geliyor.
futbolda, basketbolda, voleybolda "türk takımı" etiketini üstlenmeseniz bile turnuvalarda buna göre muamele görüyor, buna göre kuralara katılıyor, buna göre ülke puanı ediniyorsunuz.
milli takımlar diye bir kavram var en nihayetinde. tüm ülkeler birbirlerine karşı kendi milletlerine mensup kişilerce temsil ediliyor ve mücadele veriyorlar. bu sebeple spor içindeki "millet - milliyet" kavramları hakkında eleştiri ya da öneri yapma şansım yok.
madem böyle bir oluşum ve düzen mevcut, o zaman sporda, olimpiyatlarda olabildiğince kendi milletinden adamlarla yarışmak durumunda olmalısın. bu şekilde ekoller oluşuyor. dünyaya "benim yetiştirdiğim sporcular" diyebilmek ve kendi ırkının evlatlarının başarılarıyla gurur duymak üzere madalya mücadelesi veriyorsun.
ancak;
devşirme diye bir kavram oluştu sporda. bu sadece olimpiyat kafilesiyle de sınırlı değil.
- futbolda milli takımımıza marco aurelio örneğiyle sunabileceğimiz devşirme kavramı girdi
- basketbolda milli takımımız ve başarılı olan kulüp takımlarımızın hemen hemen tamamında bir boşnak, arnavut, kosovalı etkisi söz konusu. dünyaya gururla ihraç etmekle gurur duyduğumuz, hatta nba'e gönderdiğimiz oyuncularımızın bile boşnak asıllı olduğu aşikar
- voleybol'da da siyahi ya da asyalı ancak türk etiketli isimlerimiz var
- gel gelelim olimpiyatlara katılan kafilemizde bir yığın devşirme sporcu mevcut. naim süleymanoğlu gibi türk oğlu türk bir adamı bile halk içinde "aslında bulgaristanlı bu adam" diye eleştiren bir noktadan kenyalı, afrikalı atletler, asya kökenli masa tenisçileri devşirmişiz.
olimpiyat kafilemizde sayısını tam olarak bilmediğim halde arnavut, kosovalı, boşnak, makedon, çinli, amerikalı, kenyalı, afrikalı bir yığın sporcumuz olduğunu görüyorum.
işin acı tarafı, bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda madalyamızın yarısını, üçte birini bu arkadaşlar alıyorlar. finallere yükselebilme başarısı gösteren oyuncuların büyük bölümü devşirme sporcularımız.
bu sporcuların türkiye'de yetişmesi, başarılar kazanması değil beni üzen.
70 milyondan fazla nüfusa sahip bir ülkenin kendi bağrından yetişen ve dünya çapında spor mücadelesi verebilecek kapasitede adam yetiştirememek ve sırf rezil olmamak adına başka ülkelerin sahip çıkmadıkları sporculara para vererek milli forma giydirilmesi rahatsız ediyor beni.
bir galatasaray sevdalısı olarak, 11 kişilik takımımızda bile yabancı sayısı 6'yı geçtiğinde içten içe burkulan bir yüreğim var. dedim ya olay milliyetçilik değil, "türk takımı" - "türkün simgesi" - "türkiye'nin gururu" diyerek boğazlarımız yırtılırcasına desteklediğimiz galatasaray'ımızda bile sahaya çıkan 11'in büyük bölümü yabancı olduğunda üzülüyorum içten içe...
olimpiyatlarda devşirme sporcular ile alınacak başarıların bizi yüceltmekten çok utandırdığı kanısındayım.
evet madalya bize geliyor, ancak takdiri bu ülke değil, bu ülke adına bir şekilde yarışmaya ikna edilmiş başka ülkenin vatandaşları alıyor.
ve bu durum sporun ruhuna da zarar veriyor, çünkü;
- dünyanın en iyi koşucuları siyahilerden çıkar, uzun mesafe afirkalılardan, kısa mesafe ise afro-amerikalılardan çıkar *
- dünyanın en iyi jimnastikçileri doğu avrupalılardan ve asyalılardan çıkar
- dünyanın en iyi yüzücüleri avustralyalı anglo saksonlardan çıkar
- dünyanın en iyi masa tenisçileri, yüksek reflekslere sahip asyalılardır
- dünyanın en iyi güreşçileri ve haltercileri balkanlardan ve anadolu'dan çıkar, yeni nesil rakipleri güney amerikalılardır
- dünyanın en iyi basketbolcuları yine balkanlardan çıkar
şimdi bunları söyleyebiliyorsak, bunun kökeninde olimpiyatın ülkeleştiği ve ülkelerin kendi ekollerini yarattığı teziyle ortaya çıkmış bir gerçeği temsil etmesinden kaynaklanıyor.
ırkların, ülkelerin hangi sporlara yatkın ve başarılı olduklarını, olimpik ruhun çerçevesinde doğal yeteneklerin nasıl benimsendiğini ve benimsenmiş kalıpların diğer ülke sporcuları tarafından "çok çalışılarak nasıl yıkılacağını" gösteren müsabakalardır olimpiyatlar.
bu sebeple devşirme sporcu kavramının olimpiyat ruhuna aykırı olduğunu düşünüyor, mümkünse yasaklanmasını diliyorum.
sonuç: rio 2016 olimpiyatları, hem ülkelerce yaygın biçimde uygulanan devşirme kuralları, hem ülkemizin ve sporcu kafilemizin yetersizliği, hem de organizasyonun berbat oluşu açısından bu zamana kadar izlediğim - izlemek istemediğim - en kötü olimpiyat oyunları olarak belleğime kazınmıştır.
saygılarımla.
yukarıda belirttiğim gibi "milliyetçilik" kavramından haz etmiyorum. bunun milleti, vatanı, türkiye'yi veya türkiyeli olmak kavramını sevmemek, benimsememekle alası yok. aksine bu toprakları ve bu topraklara ait her şeyi çok seviyorum. ancak "milliyetçilik" kavramının içindeki "bir millete ve ırka mensup kişilerin özelleştirilmesi" kavramı beni soğutuyor.
gelelim spora ve spor içindeki milliyetçilik kavramına...
olimpiyatlar da dahil olmak üzere tüm spor müsabaka ve turnuvalarında isteseniz de istemeseniz de bir aidiyet, bir bayrak, bir ülke, bir tebaya aidiyet kavramı zorunlu hale geliyor.
futbolda, basketbolda, voleybolda "türk takımı" etiketini üstlenmeseniz bile turnuvalarda buna göre muamele görüyor, buna göre kuralara katılıyor, buna göre ülke puanı ediniyorsunuz.
milli takımlar diye bir kavram var en nihayetinde. tüm ülkeler birbirlerine karşı kendi milletlerine mensup kişilerce temsil ediliyor ve mücadele veriyorlar. bu sebeple spor içindeki "millet - milliyet" kavramları hakkında eleştiri ya da öneri yapma şansım yok.
madem böyle bir oluşum ve düzen mevcut, o zaman sporda, olimpiyatlarda olabildiğince kendi milletinden adamlarla yarışmak durumunda olmalısın. bu şekilde ekoller oluşuyor. dünyaya "benim yetiştirdiğim sporcular" diyebilmek ve kendi ırkının evlatlarının başarılarıyla gurur duymak üzere madalya mücadelesi veriyorsun.
ancak;
devşirme diye bir kavram oluştu sporda. bu sadece olimpiyat kafilesiyle de sınırlı değil.
- futbolda milli takımımıza marco aurelio örneğiyle sunabileceğimiz devşirme kavramı girdi
- basketbolda milli takımımız ve başarılı olan kulüp takımlarımızın hemen hemen tamamında bir boşnak, arnavut, kosovalı etkisi söz konusu. dünyaya gururla ihraç etmekle gurur duyduğumuz, hatta nba'e gönderdiğimiz oyuncularımızın bile boşnak asıllı olduğu aşikar
- voleybol'da da siyahi ya da asyalı ancak türk etiketli isimlerimiz var
- gel gelelim olimpiyatlara katılan kafilemizde bir yığın devşirme sporcu mevcut. naim süleymanoğlu gibi türk oğlu türk bir adamı bile halk içinde "aslında bulgaristanlı bu adam" diye eleştiren bir noktadan kenyalı, afrikalı atletler, asya kökenli masa tenisçileri devşirmişiz.
olimpiyat kafilemizde sayısını tam olarak bilmediğim halde arnavut, kosovalı, boşnak, makedon, çinli, amerikalı, kenyalı, afrikalı bir yığın sporcumuz olduğunu görüyorum.
işin acı tarafı, bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda madalyamızın yarısını, üçte birini bu arkadaşlar alıyorlar. finallere yükselebilme başarısı gösteren oyuncuların büyük bölümü devşirme sporcularımız.
bu sporcuların türkiye'de yetişmesi, başarılar kazanması değil beni üzen.
70 milyondan fazla nüfusa sahip bir ülkenin kendi bağrından yetişen ve dünya çapında spor mücadelesi verebilecek kapasitede adam yetiştirememek ve sırf rezil olmamak adına başka ülkelerin sahip çıkmadıkları sporculara para vererek milli forma giydirilmesi rahatsız ediyor beni.
bir galatasaray sevdalısı olarak, 11 kişilik takımımızda bile yabancı sayısı 6'yı geçtiğinde içten içe burkulan bir yüreğim var. dedim ya olay milliyetçilik değil, "türk takımı" - "türkün simgesi" - "türkiye'nin gururu" diyerek boğazlarımız yırtılırcasına desteklediğimiz galatasaray'ımızda bile sahaya çıkan 11'in büyük bölümü yabancı olduğunda üzülüyorum içten içe...
olimpiyatlarda devşirme sporcular ile alınacak başarıların bizi yüceltmekten çok utandırdığı kanısındayım.
evet madalya bize geliyor, ancak takdiri bu ülke değil, bu ülke adına bir şekilde yarışmaya ikna edilmiş başka ülkenin vatandaşları alıyor.
ve bu durum sporun ruhuna da zarar veriyor, çünkü;
- dünyanın en iyi koşucuları siyahilerden çıkar, uzun mesafe afirkalılardan, kısa mesafe ise afro-amerikalılardan çıkar *
- dünyanın en iyi jimnastikçileri doğu avrupalılardan ve asyalılardan çıkar
- dünyanın en iyi yüzücüleri avustralyalı anglo saksonlardan çıkar
- dünyanın en iyi masa tenisçileri, yüksek reflekslere sahip asyalılardır
- dünyanın en iyi güreşçileri ve haltercileri balkanlardan ve anadolu'dan çıkar, yeni nesil rakipleri güney amerikalılardır
- dünyanın en iyi basketbolcuları yine balkanlardan çıkar
şimdi bunları söyleyebiliyorsak, bunun kökeninde olimpiyatın ülkeleştiği ve ülkelerin kendi ekollerini yarattığı teziyle ortaya çıkmış bir gerçeği temsil etmesinden kaynaklanıyor.
ırkların, ülkelerin hangi sporlara yatkın ve başarılı olduklarını, olimpik ruhun çerçevesinde doğal yeteneklerin nasıl benimsendiğini ve benimsenmiş kalıpların diğer ülke sporcuları tarafından "çok çalışılarak nasıl yıkılacağını" gösteren müsabakalardır olimpiyatlar.
bu sebeple devşirme sporcu kavramının olimpiyat ruhuna aykırı olduğunu düşünüyor, mümkünse yasaklanmasını diliyorum.
sonuç: rio 2016 olimpiyatları, hem ülkelerce yaygın biçimde uygulanan devşirme kuralları, hem ülkemizin ve sporcu kafilemizin yetersizliği, hem de organizasyonun berbat oluşu açısından bu zamana kadar izlediğim - izlemek istemediğim - en kötü olimpiyat oyunları olarak belleğime kazınmıştır.
saygılarımla.